içinde

Su çekmiş..

8 -10 sene olmuştur..

Oturduğum apartmanın önünden geçiyordum, arabamla.. Tam olarak ne olduğunu anlayamadığım bir gariplik, bir değişiklik, bir farklılık gördüm..

Durdurdum arabayı, indim.. A-aa?.. O da ne?.. Binanın yan cephesindeki kaldırımda bulunan kömür atma deliğinin üstünü kapatan kalın sacdan yapılmış büyük ve ağır kapak yerinde yok.. 

Çalınmış..

Hayretler içinde kaldım..

Kalorifer kazanında yakılmak üzere alınan kömürlerin depolama bölümüne atılması öncesinde açmak gerektiğinde -zaten sorunlu olan- belimin zarar görmemesini temin etme çabasıyla her defasında kaslarımı sıkarak kaldırdığım için ağırlığını çok iyi bildiğim, “Artmayınca yetmez..” düşüncesine sonuna kadar bağlı olan rahmetli babamın (malzemeden kaçmayı bırak) malzemeyi abartarak yaptırdığı o koca demir kapak uçmuuş gitmiş..

Lan arkadaş, nasıl olur.. Bu öyle ele alınıp götürülecek türden bir şey değil ki.. En az 2 kişi olmazsa yerinden kalkmaz, bir at arabası ya da kamyonet olmazsa öldür Allah gitmez.. 

E peki, bunu gören eden, “Oğlum evladım, dur!.. Hayırdır?.. Ne yapıyorsun?..” diye soran kimse olmadı mı?..

Ne yapacağını bilememenin şaşkınlığıyla, az sonra uçacakmış gibi, iki elimi yanlarıma vura vura çaresizce dövündüm, dört döndüm biraz.. Ama yok.. Yapacak hiçbir şey yok.. Koca demir kapak bir hurdacının arabasında kim bilir nerelere doğru uçmuuş gitmişti işte..

Vakit geceye doğru ilerliyor.. Kaldırımda, insanların yürüme yolunda koca bir deliğin açık bırakılması mümkün değil.. 

İndim aşağıya, kazan dairesine.. Elime geçen her tür malzemeyi toparlayıp çıktım yukarı.. Tahtaları birbirine çivileye çivileye deliğin üstünü kapatamasam da en azından üzerinden geçilemeyecek, “Ey ahali, burada bir sorun var işte, görüyorsun.. Yaklaşma, açıktan dolaş..” mesajını verecek bir hale getirmeyi başardım..

“Gece karanlığında, birinin, dalgınlığına gelip de görmez etmez.. Deliğe düşer müşer, başına bir şey gelir mi acaba hey Allah?..” diye düşüne düşüne sıkıntıyla geçirdiğim gecenin ardından sabahı dar edip gittiğim iş yerinde yardımcım Salih’e durumu anlattım.. 

Oranın öyle kalacak hali yok.. Kapanacak..

Lakin o malzemeyi temin etmek; köşebenti, profili, et kalınlığı yüksek sacı alıp getirmek bir yana dursun, adam gibi bir kaynakçı ustası bulmak uzaya mekik göndermekten daha zor.. 

Bulduğun usta insaf sınırlarını aşmayan bir fiyat verecek de.. De ki anlaştın, sana zaman ayıracak da.. O zaman gidip alacaksın da.. Başında durup adamı da illet etmeden işi doğru dürüst yapmasını sağlayacaksın da.. Sonra pılısını pırtısını, takımını tezgahını tekrar sırtlayıp dükkanına götürüp bırakacaksın da..

Uzun iş..

Dedik, “Bunu biz yapalım..”

Hem daha çabuk olur, hem de istediğimiz gibi, daha sağlam..

Kenarları 5 x 10 kerestelerden yaparız.. Üzerine koyacağımız tahtalar esnemesin diye yapacağımız kenar çerçevesinin aralarına yine 5 x 10 kerestelerden iki üç çatkı atarız.. Hepsinin üstüne de kalın tahtalar yerleştirir, en üstüne de yağmur yağdığında suyun tahtaların arasından sızıp kazan dairesine girmesine engel olabilmek için kalın muşamba çivileriz, olur biter..

Yapalım mı?.. Yapalım!..

Yaptık..

Eh, “Armut dibine düşer..” derler.. Ben garip kardeşiniz de nihayetinde o babanın evladı olduğumdan olsa gerek, işin nihayetinde ortaya çıkan kapak, tahta olmasına karşın, tekerini kaldırıma çıkartmaya yeltenen bir kamyonun ağırlığına karşı Taxi Driver filmindeki Robert De Niro gibi “Bana mı dedin birader?..” diye dayılanacak ölçüde sağlam oldu..

Gün sonu raporu şöyle oldu: 

Kapak iş görüyor.. 

Demir değil tahta olduğu için çalınma riski de sıfır.. 

E, tamam yani..

….

İlerleyen zamanlarda kömür atmak gerektiğinde yardımcımla birlikte apartmana gidip kapağı kaldırmaya kalkıştığımız her keresinde ağırlığını görüp, “Yahu biz de ne deliymişiz.. Yaptığımız şu işe bak..” diye gülüp takılıyoruz bir birimize..

….

Birkaç yıl sonra, arkası arkasına üç beş gün boyunca durmaksızın yağan sıkı bir yağmurun ardından binaya gitmemiz gerekti, her ne içinse artık..

Gittik..

Salih indi arabadan.. Deliğin başına gidip eğildi.. İki eliyle yapıştı kapağa, kaldıracak.. Yüklendi.. 

I-ıhh.. Kalkmıyor..

Bir daha denedi.. Yok!..

Döndü bana, “Tahta su çekmiş..” dedi..

Hadi canım?.. O kadar mı yahu?..

“Dur bakayım hele.. Bir çekil bakayım şöyle sen..” dedim.. Yapıştım kapağa.. 

Zorlanarak da olsa kaldırdım, dayadım geriye..

O zaman hiç unutmayacağım bir söz sarf etti mırıldanarak Salih bana ve aslında benden çok kendine:

“Tahta değilmiş su çeken.. Ben çekmişim suyu..”

….

“Yok canım ne alaka.. Boşluğuna gelmiştir.. Ben de senin zorlandığını görünce daha bir sıkı yapıştım, ondandır..” filan desem de pek para etmedi.. Morali bozuldu.. Darıldı biraz kendi kendine, Salih..

….

….

Geride kalan hafta cumartesi gecesi bir arkadaşım telefon etti.. 

Oğlu dağ yolunda motosikletiyle kaza yapmış.. Çocuğu ambulansla hastaneye sevk etmişler.. Motorun da alınıp şehre getirilmesi lazım.. “Tanıdığın bir çekici var mı?..” diye soruyor..

– Bırak şimdi motoru, çekiciyi.. Çocuk nasıl?.. İyi mi?..

– İyi O, iyi.. Ama motor çalışmıyor, kilitlenmiş.. Çekiciyle alınıp getirilmesi gerek..

– Evladım, tanıdık çekici var mı diyorsan?.. Var!.. Ama gecenin bu saatinde şehirden kalkıp tee oralara kadar gelip, motoru alıp, sonra da şehirde senin dediğin yere bırakacak bir kurtarıcı sana motoru sattırır.. Olmaz o iş..

– E doğru, haklısın.. Ne yapalım peki?..

– Benim kamyonete sığar mı o motor?..

– Sığar..

– Tamam o zaman, geliyorum..

Gideceğim güzergahtaki bir müşterimin istediği 2 parça malı da alıp çıktım yola..

Yukarıdaki arkadaşımı bekletmemek için önce ona gittim..

Motoru (dev gibi bir şey..) yoldan geçen iki kişinin (daha) yardımıyla alıp kamyonetin kasasına oturttuk.. Sıkı sıkıya bağladım.. Aşağıya inerken yolda müşterime uğrayıp siparişlerini teslim edeceğimi söyledim.. Anlaştık, ayrıldık..

Geç vakit gece yolculuklarına bayılmışımdır hep, oldum olası.. 

Tatlı tatlı indim aşağı doğru..

Saat gece 11 filan..

Müşterimin işletmesinin bulunduğu yer kentin üstünde, dağ tarafında, şehri kuş bakışı gören, kartal yuvası gibi bir yer.. Yanında yöresinde, etrafında aynen kendisi gibi onlarca işletmenin bulunduğu bir bölgede, birkaç dönümlük bir araziye yayılmış koca bir işletme..

Her zaman gittiğimde devasa oto parkına girip mal teslimini yapar dönüp gelirim..

Yine girmeye davrandım.. Ama bir gariplik var..

Kahya “Dur abi, girme..” çekiyor bana..

“Oğlum, neyin duru, neyin girmesi?.. Müşteri değilim ben.. Tanımadın mı?.. Senin patronun siparişlerini getirdim..” filan dedim, girdim içeri..

Adam peşim sıra yalvar yakar, “Dur abi, yer yok..” filan diye koşturuyor..

Ulan arkadaş, girdikten sonra baktım, adam haklı hakketen..

Ortalık araç kaynıyor..

İrili ufaklı kendi halinde olanından tut, film kaplı camları ve koca gövdeleriyle yol canavarı olanlarına kadar enva-i çeşit araba..

İşletmenin içi, bahçesi, dört bir yanı insan kaynıyor.. 

Çoluk, çocuk, ana, baba, mahşer yeri..

Yahu biz n’eettik?.. 

Girmez olaydık..

Kahya yanı başımda “Ben söyledim sana abi.. Dinlemedin beni..” bakışlarıyla dolanıyor..

Neyse arkadaş, müşterimi buldum.. Siparişleri teslim ettim.. Paramı aldım.. Manevra yapılması mümkün olmayacak kadar dolu otoparktan -haşa huzurdan- götün götün çıktım geri..

Lakin,

İşletmenin bulunduğu yer sebebiyle gecenin başındayken çıktığım yoldan değil, kentin daha varlıklı kesiminin oturduğu kısmına doğru giden diğer taraftan devam ettim..

Daha doğrusu, etmeye çalıştım..

Yokuş aşağı giden yolda onlarca, yüzlerce araç arkası arkasıya dizilmiş, trencilik oynar gibi iniyoruz kente doğru, kıdım kıdım..

Küçükken gittiğimiz panayır yerlerini aratmayan bir cümbüş havası var yol boyundaki onlarca işletmede..

Delikanlılar, genç kızlar, karılı kocalı çocuklu aileler, yerliler, yabancılar.. 

Bağırış çağırış gülüş, varyete, gırnata akıl alır gibi değil..

Şaşırdım..

Ulan arkadaş, daha iki gün önce iki damacana suya 56 + 56, toplamda 112 tl verdim diye karalar bağlayan ben apıştım kaldım..

Dalga geçme birader.. Bu dediğim mekanlarda kızlı erkekli, çoluklu çocuklu oturup hiçbir şey yapmasan, sadece boş çay içsen yüzlü liralarla gelmez masaya hesap.. Binli olacağı garanti olmasına garanti.. de, kaç binli olacağı meçhul..

Ee, peki?..

“Ulan bu ananasını, güzel avrat otunu, sulawesi’ni, silsilesini kovaladığım yerinde bu ekonomik kriz bula bula tek beni mi yakaladı amuniyyum?.. Sadece beni mi ırgalıyor bu ecdadının dibini dövdüğüm dar boğazı?..” diye kendi kendime şaşarken/kahrederken bizim Salih’in sözü geldi aklıma..

Geldi ve yankılandı durdu beynimin duvarları arasında..

“Tahta değil galiba.. Ben çekmişim suyu, ben..” 

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin

  1. Krizin teğet geçtiği(!) günlerden bu günlere… hey gidi hey! Ne günlerdi… malumun ilanı değil mi yoldaş? Bu günler de aynı şekilde gelecek günleri net olarak göstermiyor mu? Görebilene tabii; Gabar’dan çıkacak petrolü bekleyene değil. Karadeniz doğal gazının hayalini kurana değil. Neyyse…

    Ellerin dert görmesin, bir çırpıda okunabilen yazılarına hasta olduğumuzu bilesin; ben deniyorum deniyorum olmuyor:))

    Dünya bizi kıskanıyor, ben seni yoldaş:)) Haa bu arada bu krizde cepteki azaldıkça daha hızlı harcamak yokuş aşağı yuvarlanma hissi veriyor; çok eğlenceli! 🤣🤣

    2