Birleşik Amerikalı yazar George R.R. Martin’in bizde ve dünya tv’lerinde sürmekte olan dizi nedeniyle “Game of Thrones” adıyla tanınan “Buz ve Ateşin Şarkısı” adlı epik romanının ikinci kitabında, “Kralların Çarpışması”nda, masonik bir figür olan Lord Varys, “Diyar”ın başındaki hanedanın en etkin kişilerinden biri olan Lord Tyrion’a bir bilmece sorar.
* Bir odanın içinde üç güçlü adam oturuyor. Bir kral, bir rahip ve bir altın zengini. Ortalarında, alt tabakadan gelen, pek de zeki olmayan bir paralı asker duruyor. Üç güçlü adamın her biri paralı askere, diğer ikisini öldürmesini emrediyor.
Kral, “Rahibi ve zengini öldür..” diyor. “Senin gerçek hükümdarın benim”.
Rahip, “Kralı ve zengini öldür..” diyor. “Ben tanrılar adına konuşuyorum”.
Zengin adam, “Kralı ve rahibi öldür..” diyor. “Bütün altınlarım senin olacak”
Söyleyin bana lordum: Kim ölür, kim sağ kalır?
Sonrasında, Lord Varys, derin bir reverans yaparak arkasını döner ve kapıya doğru
yürür, gider.
İlerleyen günlerde bir kez daha buluşan bu iki roman kahramanı arasında şöyle bir
diyalog geçecektir.
* Handa sorduğum bilmeceyi düşünecek vaktiniz oldu mu?…”
* Birkaç kez geldi aklıma. Kral, Rahip, Zengin adam. Kim ölür, kim sağ kalır? Paralı
asker kime itaat eder? Bu bilmecenin cevabı yok. Ya da birden fazla cevabı var. Her şey kılıcı tutan adama bağlı.
* Ve kılıcı tutan adam (aslında) son derece önemsiz biri. Ne başında tacı var ne de avucunda altınları. Tanrıların gücü de yanında değil. Bütün varlığı keskin bir kılıç.
* Ve o kılıç, yaşamla ölüm arasındaki çizgi.
* Aynen öyle. Peki o zaman, asıl hükümdarımız eli kılıç tutan adamsa, neden bütün güç kralınmış gibi davranıyoruz? Eli kılıç tutan güçlü bir adam neden çocuk yaştaki bir krala ya da onun babası gibi sarhoş bir budalaya itaat etsin?…”
* Çünkü çocuk krallar ve sarhoş budalalar, eli kılıç tutan diğer güçlü adamları çağırabilirler.
* O halde, bahsettiğiniz diğer güçlü ve kılıçlı adamlar gerçek gücün sahibi olurlar.
* Olurlar mı? Peki ellerinde keskin kılıçları olanlar neden başka birine itaat ederler? Bazıları bilginin gerçek güç olduğunu söyler. Bazıları gücün tanrılardan geldiğine, bazılarıysa kanundan aktığına inanır. Ama Kral naibinin başının vurulduğu o gün, tapınağın merdivenlerinde hem yüce rahip, hem Vekil Kraliçe, hem de Bilge Üstad kalabalığın içindeki herhangi biri kadar güçsüzdü. Kral naibini gerçekte kim öldürdü sizce? Emri veren Çocuk Kral mı? Kılıcı sallayan kraliyet celladı mı? Yoksa başka biri mi?
* Şu lanet bilmecenin cevabını verecek misin?. Güçlü olan kimdir? Güç nerededir?.
Varys gülümser:
* Güç, siz nerede olduğuna inanıyorsanız oradadır lordum. Ne eksik, ne fazla.
* Yani güç yanılsamadan başka bir şey değil midir?
* Duvara vuran gölgedir, diye mırıldanır Varys. “Ama gölgeler öldürebilir. Ve bazen, küçük bir adamın çok büyük bir gölgesi olabilir”.
……..
Yani sevgili dostlar, yaşadığımız dünyada bir gerçek vardır. Elle tutulur, gözle görülür, vurdun mu devrilir, kesilince kanı akar gerçekler. Yani olgu.
Bir de bizim kafamızda yarattığımız yahut başka kafalarda yaratılarak bize sunulmuş olan çarpıtılmış doğrular, hatta bazen düpedüz yalanlar, yanılgılar. Yani algı.
Zordur aslında yaratmak algıyı. Ama bir kez yaratıldığında da akıl almayacak kadar zordur, o yaratılıp kitlelere sunulmuş olanı.
Aslında tümden temelsiz değildir algı dediğimiz şey. Çok sayıda doğru barındırır içinde. Bakarsın, görürsün ve sen de hak verirsin bazen gözlerinin önünde cereyan edenlere, ne kadar kapılmak istemesen, karşı çıkmaya çabalasan da.
Rakiplerinden biri, örneğin, gerçek muhteşem karşılaşmalar yapıyor, müthiş sonuçlar elde ediyordur. Ama o akıl almaz sonuçların içinde, gerekli olduğu her seferinde hemen çıkıp gelen, imdada yetişen yardımlar, küçük dokunuşlar vardır.
Bir dirseğin görmezden gelinmesi, bir kartın atlanması, tabanla girişin atlanması, kambura yatmanın geçiştirilmesi vs, vs, vs.
Bunların birinden biri yakalansa, üzerine gidilse, yaptırım uygulansa iskambil kağıtlarıyla yükseltilmiş o kule yıkılacak, paramparça olacaktır belki de. Ama görmezden gelinir. Sırt çevrilir. Atlanır.
Çünkü var olduğu düşünülen o güce karşı koymaya cesaret edemez, o anda, o konuda karar verme mevkiinde olan aktörler.
Çünkü mevcut algıya göre elinde kılıç olan o sıradan kişi, en güçlü olduğunu düşündüğü “makama” karşı çıkmaya cesaret edemez.
Tabii ki ortada bir gerçek vardır, mevcuttur. Gerçekten elinden geleni yapmakta, en baskın oyunu oynamakta, en büyük mücadeleyi sergilemektedir rakibin.
Ama her spor müsabakasında olduğu gibi zaman zaman ortaya çıkan kırılma anlarında gelen küçücük yardımlar izin vermez bu türden kırılmalara.
Bunun tersi algılar da senin için geçerli olur bazen.
Evet, doğrudur, zayıf düşmüş, dağılmışsındır. Ama gerçek gücün çok fazladır aslında. Ne var ki sahip olduğun bu gücü sen de unutmuşsundur çoktan ve karşına çıkan rakiplerin de tersine algıyla, olduğundan fazla fazla küçük görür seni.
Kafaya oynadığın rakiplerine karşı edilgen bir ruh haliyle mücadele eden, yenilme ihtimalinin fazlasıyla yüksek olduğunu düşünerek oynar ve nihayetinde yenilirler.
Ama seni gözlerine kestirdikleri için; güçsüz, değersiz, sıradan olarak gördükleri için cesaretle üstüne gelirler. Sen de aynı tersine algıyla kendi büyüklüğünü çoktaan unutmuş olduğun için ürker korkarsın. Tırsar, kapanırsın. Ve böylece seni zayıf bulduğu için üstüne üstüne gelenlere önce kendi kafanda, sonra da sahada yenilir kafan önde çıkar gelirsin.
…..
Desmond Morris.
70’li yıllarda pek meşhur olmuş Çıplak Maymun ve sonrasında Çıplak Kadın, Çıplak İnsan adlı kitapların yazarı olan sosyal antropologdur.
Geçmiş gün, şimdi çok iyi anımsayamıyorum, alıp bakmam lazım ama, büyük bir ihtimalle Çıplak Maymun veya Çıplak İnsan’da okuduğum bir cümle vardı, hatırladığım:
Birbirini pek de iyi tanımayan bir insan topluluğunda bir lider seçilmesi söz konusu olduğunda, seçimi yapacak insanlar, nedensizce, adaylar içinde en uzun boylu, en cüsseli, en gösterişli olanı seçme eğiliminde olurlarmış..
Neden peki?
Ne bileyim neden. Desmond Morris’e göre insanın genel davranış tarzı böyleymiş de ondan. Belki de tee Taş Devrinden bugüne gelen sebepler nedeniyledir, bilinmez. Açıp kitabı, o bölümü okumam gerek bir ara, yeniden.
“Bu da nereden çıktı şimdi?” diye soran olabilir, söyleyeyim: @ilgrandeturco yüzünden.
Laptop Recai’den bu yana gelen en müthiş yakıştırması Boş Beleş Hasan sebebiyle düşüverdi işte aklıma.
O değil ama,
Nasıl da yedi adam bizi be kardeşim.
Vay arkadaş..
Vay arkadaş çok ince. Şu garip, 5 parasız elcorduyu gülümsettin ya ne diyim…:))) Toprağamda arada kaynamış…:)))
Vay arkadaş çok ince görmüşsün. Şu garip elcordoyu gülümsettin ya ne diyim…:)))
🙂😏😎👍🤍
@elcordo
@ilgrandeturco hep haklıdır bu konularda üstat 😔😔🤍🖤 Kayseri Mantı sı yemiş Avrupa nın her yerini karış karış gezmiş,insan sarrafı ❤️.
🤗🤗🤗🤗🤗🤗😊😊😊😊