içinde

İki Takımlı Bir Lig(e doğru mu..?)🤔🤔🤔

Bana kalırsa pek çok konuda benzer ruh haline sahip olan ülkemiz insanının futbolda da yabancılara özenme, öykünme ve uyma çabalarının emareleri çoğu yerde görülmektedir..

Örneğin, yıllardan beri var olan lig sistemimiz bir gün aniden, nedensizce değiştirilmiş; Birinci ligin adı Süper, ikinci ligin adı Birinci, Üçüncü ligin adıysa İkinci Lig’e dönüştürülmüştür..

Kavramlarla oynamanın, sözcüklerin içini boşaltmanın yakın zamanlardaki özgün örneklerinden biridir bu..

Oysa Shakespeare’in “Ne önemi vardır ki ismin?.. Biz ona Gül demesek yine güzel kokardı gül..” deyişinin tam tersi gibi, adını Süper yaptığımızda kalitesi de süper olmuyor ligimizin..

Bunun gibi ezikliklerin bir diğer örneği, güya rekabeti en üst seviyeye çıkartmak ve izlenirlik seviyesini arttırmak için “İki büyüklü bir lig” oluşturma çabasıdır..

Yazılı ve görsel/işitsel medyanın köşe başlarını parsellemiş yandaşlar aracılığıyla böyle bir ikili yapıyı oluşturma çabası içinde deliler gibi çırpınıp duruyor ülke futbolunun önde gelenleri(!!!)

Bu çabanın doğal sonucu olarak kerameti kendinden menkul sürüngenlerce seçilmiş İki Büyük(!!!) takım yıllardır alabildiğine desteklenirken bu tekere çomak sokacak tek takım olan Beşiktaş güçleri yettiği ölçüde köstekleniyor..

Var oluşundan gelen doğal büyüklüğü ölçüsünde bu köstekleme çabalarına olabildiğince karşı koymaya gayret eden Beşiktaş ise, son yıllarda başındaki Yönetimlerin çapsızlığı ve vizyonsuzluğu nedeniyle bu kumpasa karşı koyma gücünü her geçen gün biraz daha yitiriyor..

Örneğin, Seba Dönemindeki üst üste 3 şampiyonluğun ardından 4. şampiyonluğumuz elimizden adeta sökülerek alınmış,

2003’te kazandığımız 100. yıl şampiyonluğumuzun kutlamaları sırasında Bilgili’nin sarf ettiği “Bütün Yüzüncü yıllarda (yani 2005’te ve 2007’de de) şampiyon olacağız..” sözüyle gelmekte olan tehlikenin farkına varan diğer iki camia işin ciddiyetine uyanarak 2004 sezonunda takımın şampiyonluk yürüyüşüne travmatik bir darbe vurmuş ve Beşiktaş’ın kopup gitmesine mani olmuşlardır..

Benzer bir darbe Şenol Güneş’le yaşadığımız 2 şampiyonluğun, hele de Avrupa Kupalarındaki başarıların ardından ve son olarak da Sergen Yalçın’la kazandığımız şampiyonluğun sonrasında da vurulmuştur bize..

Bu darbeler çoğunlukla Türk Futbolunun iki temel kurumu olan tff ve mhk aracılığıyla vurulmakta yahut bu kurumların göz yummaları neticesinde sahalardaki ve medyadaki tetikçiler tarafından kendilerine verilen görevler ifa edilmektedir..

Öyle ki, gelinen noktada Beşiktaş’ın kurumsal olarak hiçbir gücü, hiçbir ağırlığı kalmadığından tetikçilerin de görevlerini ifa etmekten çekinmelerine lüzum kalmamıştır..

Her medya mensubu korkusuzca ağzına geleni saydırmakta, sahadaki yahut VAR merkezindeki her hakem de elinden geldiği ölçüde takım aleyhindeki en bariz haksızlıkların altına kayıtsızca imza atabilmektedir..

Bunun nedeni diğer iki camianın baskın oldukları medyada her an her dakika altı çizilerek vurgulanan varsayımsal manadaki gücün yarattığı korkudur..

Peki o zaman, “Güç” nedir?..

Rakipleri Güçlü(!!) kılan, bizi ikinci sınıf(!!) bir topluluk gibi gösteren GÜÇ nedir?..

….

Birleşik Amerika’lı yazar George R.R. Martin’in bizde –bütün dünya tv’lerinde gösterilmiş olan dizi nedeniyle- “Game of Thrones” adıyla tanınan “Buz ve Ateşin Şarkısı” adlı epik romanının ikinci kitabında, “Kralların Çarpışması”nda, “masonik” bir figür olan Lord Varys, “Diyar”ın başındaki hanedanın en etkin kişilerinden biri olan Lord Tyrion’a sorar…

– Bir odanın içinde üç güçlü adam oturuyor.. Bir kral.. Bir (en üst düzey) din adamı.. Ve bir altın zengini.. Ortalarında alt tabakadan gelen, eline keskin bir kılıç bulunan ve pek de zeki olmayan bir paralı asker duruyor.. Büyük adamların her biri paralı askere diğer ikisini öldürmesini emrediyor.

Kral, “Diğerlerini öldür.. Çünkü ben senin gerçek hükümdarınım..” diyor..

En üst düzey din adamı “Diğer ikisini öldür..” diyor.. “Çünkü ben tanrılar adına konuşuyorum”…

Dünyanın en büyük altın zengini ise “Öldür o ikisini..” diyor.. “Bütün altınlarım senin olacak”…

Bana söyleyin lordum.. Hangisi daha güçlüdür bunların.. Kimi seçer o paralı asker?.. Kim ölür, kim sağ kalır?..

Sonrasında, Lord Varys, derin bir reverans yaparak arkasını döner ve kapıya doğru yürür, gider… (“Buz ve Ateşin Şarkısı” 2. Kitap: “Kralların Çarpışması”…. 1.Kısım syf. 68)

….

İlerleyen günlerde bir kez daha buluşan bu iki roman kahramanı arasında geçen diyaloğun sonunda gücün kimde olduğuyla ilgili şu sözü söyler gülümseyerek, Lord Varys:

– Güç, siz nerede olduğuna inanıyorsanız oradadır lordum… Ne eksik, ne fazla…

– Yani güç yanılsamadan başka bir şey değil midir?…

– Duvara vuran gölgedir (sadece) diye mırıldanır Lord Varys… “Ama gölgeler öldürebilir… Ve bazen, küçük bir adamın çok büyük bir gölgesi olabilir…

(“Buz ve Ateşin Şarkısı” 2. kitap: “Kralların Çarpışması”… 1.Kısım syf. 129 – 130)

….

….

Yani, diğer ikisi “Güçlü gibi” gösteriliyor, lanse ediliyor dostlarım..

Ve duvara vuran bir gölgeden ibaret olan bu yanılsamanın yarattığı “Güç Algısının” korkusuna kapılan futbol dünyasının piyonları o korkunun esiri olarak diğer ikisinin yanına dahi yanaşamazken bizi doğramaktan kaçınmıyor..

Çünkü her geçen gün duvara vuran gölgemizin küçülmesine aldırmadık, umursamadık ve hatta başımızdaki vizyonsuz yöneticilerin tepkisizlikleri sebebiyle buna bir ölçüde kendimiz de neden olduk..

….

Aşar mıyız biz bu sorunu?

Elbette!..

Ama ne zaman?.. 

Ve kiminle?..

Bir cevap yazın

GIPHY Uygulama Anahtarı Ayarlanmadı. Lütfen Kontrol Edin